Hayallerimin peşinden koştum hep; geçmişten sesler, geçmişten yüzler
Yırtılmamış sevinçler ve saklı hüzünler yaşadım hep.
Yağan yağmurun, tablası devrilen simitçinin, o son vapurun, eski bir tablonun
son fırça izi idim hep.
Ölümsüz idim, mihenk taşı, en büyük aşık, en ‘bişey’dim işte!
Sonra bir kış gecesi ansızın, yıllardır aynı daktilonun aynı tuşunda kaldığımı
Anladım birdenbire.
Acımasızca geçen mevsimler geçmiş, olan olmuştu.
Farkında değildim.
Mahalle bakkalı yoktu, arka bahçedeki dut ağacı yoktu.
Oysa ben aynı aşkı aynı aşkla sevmiştim hep.
İşte böyle dostlarım, inanın göz açıp kapayıncaya kadar
Bile sürmüyor; öylesine uzun, öylesine çabuk ki!
Nöbetçi günler, nöbetçi geceler, nöbetçi sevgililer ve nöbetçi
Anlaşılmazlık nöbetleri.
Kitabımda hepiniz yerlerinizi bulup sayfanızı işaretleyeceksiniz.
Geçmişten sesleriniz hala kulaklarımda
Güzel yüzünüz, gözleriniz hala pırıl pırıl.
Bense
Şimdilerde dağ başında bir kelebeğin peşinden koşuyorum; iyiyim